Bugün 23 Eylül, sonbahar ekinoksu. Çevremde aklı başında bildiğim insanlar bile ritüellerden, şifalanmalardan filan bahsetmeye başlayınca pek güleceğim geliyor, çaktırmıyorum. Bu tantananın ortasında, bir tek Şamanların bu hasat ve içe dönüş dönemini nasıl karşıladıklarını merak ediyorum. O da sırf, geniş ailemin öteden beri süregelen bazı adetlerini, özellikle doğum ve ölüm sonrasında yapılanları, haklarında pek az şey bilmeme rağmen Şaman’larınkiyle benzeştirmemden kaynaklı. Bu konuyu daha derin araştırmayı sonraya bırakıp, güneşi de kaçırmamak endişesi ile kendimi mahalledeki favori yerlerimden biri olan Gillespie Park’a atıyorum. Böğürtlen mevsimi çoktan geçti, şimdi kuşburnu çıkmış olmalı, öyleyse geçen seneden yerlerini bildiğim kuşburnu ağaçlarını kontrole gidebilirim. Asırlardır kuşburnu toplar gibi bir edayla dolanıyorum ortalıkta, oysa bir kaçını mıncıklayıp, koklayınca anca becerebiliyorum birbirinin aynı olan gül bitkisinden kuşburnunu ayırt edebilmeyi. Takılmıyorum buna, ne de olsa hayatıma bu meyvenin nasıl yetiştiği bilgisi, diğer pek çok şey gibi, Londra’ya taşındıktan sonra girdi. Elimde ne yapacağımı bilmediğim bir avuç kuşburnuyla buraya yeni koyduklarını fark ettiğim bir banka oturup, kendimi işin en zevkli kısmına bırakıyorum: doğanın mevsim geçişlerindeki dönüşümünü izlemek.
O sırada öylesine açıp dinlediğim sesli kitabın, tamamen başka bir konuyu anlattığı bir bölümünde, müdavim olmaktan (sevdiğim konu) bahsediyor Irmak Zileli:
“Bir yerin müdavimi olduğunda diyorlar ki, ha Tina gelmiş, kahvesi sert olsun, hazırla oğlum Tina’nın sevdiği gibi, Tina Hanım cam kenarını sever, sokaktan geçip giden insanları seyretmek en büyük zevkidir onun, kendisi kalıcı, onlar gelip geçici olsun…”
Roman kahramanı Tina’nın tam tersine ben doğanın kalıcı, kendiminse gelip geçici olduğumu hissetmek için müdavimiyim buraların. Evime 10 dakika mesafedeki bu doğal parkta, zamanı geldiğinde kızarıp bozarmaya, zamanı geldiğinde çiçeklenip güzelleşmeye, bir vakitte de yapraklarını döküp dımdızlak kalmaya şahit oluyorum. Acının, sevincin ama en çok da hayatın gelip geçiciliğini sindirmeye çalışıyorum. Bu geçicilikteki büyük çaresizliği ve fakat bu çaresizlik içinde dahi aklını kaybetmek yerine varolma savaşı vermenin -hele de onurluysan- ne kadar muhteşem bir şey olduğunu hissediyorum iliklerime kadar.
Karar verdim, bu topladıklarımdan çay yapıp içeceğim kış gelince. Fakat daha ilk yudumda hatırlayayım diye bugünkü hislerimi, derin bir nefes alıp içime işledim kokuları, ışığı ve içinde bulunduğum şu anımı.
Sonra güneşi de arkama alıp, evimin yolunu tuttum.Huzurluyum.
hiç gelmemiş yazı uğurlarken, Londra


Üzerinde çalıştığım öyküde karakterimin kuşburnu çayıyla çocukluğuna dönmesi nasıl bir tesadüf :)
Çalıntı harfli…öykünü okuyunca bir korkmadım değil bu yorumdan, hemen acaba yazdığın bir şeyden mi çağrışmıştı diye gezdim siteni:D Ohh, rahatladım diilmiş. İnsan aklı ve tesadüfler ne muhteşem şeyler.