Şeylerin geçiciliği, yoklukların anlamı

Japoncada ‘Mono no Aware’ diye bir terim var. Şeylerin acısı ya da şeylere duyarlılık diye çevirebileceğimiz mono no avare, çok kabaca şeylerin geçiciliğine karşı duyulan hüznü ve hayatın tümünün bu geçici şeylerden oluştuğu gerçeğine karşı duyulan daha uzun hüznü tanımlıyor. Beni (gerçekten) tanıyanlar, her duygumu nasıl da iliklerime kadar hissederek yaşadığımı iyi bilirler. Katıla katıla … >> Devamı

Tık tık…

Felsefeci Simon Weil, hapishanede bitişik hücrelerde kalan ve uzun zaman içinde duvara tık tık vurarak konuşmayı öğrenen iki mahkumun öyküsünü anlatır, “onları ayıran duvar aynı zamanda iletişim kurma araçlarıdır,” diye yazar. “her ayrılık bir bağlantıdır.” Pencereye gelen kuşun, aç olduğumu anla ve bana ekmek ver diye camı tıklatması Saklanmaktan korkan bir çocuğa, içinde olduğu ahşap … >> Devamı

Sürdürsek de mi saklasak

Verimlilik ve sürdürülebilirlik laflarını duymaktan bana bıkkınlık geldi. Verimlilik bir dönemlerde çok moda olan bir kelimeydi. Endüstri mühendisliği okuyan arkadaşlarımdan otuz yıl öncesinde duymaya başladığım bu kavram, hayatımıza yoğun olarak aşağı yukarı aynı zamanlarda girmiştir sanırım. Verimlilik ya da sözlük anlamıyla iyi ürün verme, verimi çok olma hali, başlarda kulağıma hoş gelirdi. Sonrasında, özellikle de … >> Devamı

Delirseydik keşke de…

2015 yılında blogumu bu formatta yayına alırken yayınladığım ilk yazı, Delirmeyeceğim adını taşıyordu. Burayı benden başka okuyan ve linke Tık’lamaya üşenenler varsa aşağıya yazıyı kopyalıyorum. ‘ Delirmeyeceğim Çocukluğum ve hatta tüm yaşantım, belirli aralıklarla tekrar edilen, “Milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyulan şu günler” klişesi ile geçti. İlginçtir ki, ülkecek bu kelime öbeğini … >> Devamı

Babam revire çıkıyor!

Yıl sonu tatiline gönderildiğimiz dede evinde, radyodan yayılan “Benden selam söyle Bolu beyine” sesiyle uyandığımda, 6 yaşında bir kız çocuğuydum. Aynı radyo, sokağa çıkmanın yasak olduğunu da duyurmaktaydı. Genelde kışların bile aydınlık geçtiği Akdeniz’de o Eylül, üstümüze öyle koyu bir karanlıkla çöktü ki, çocukluğuma kazınan o karanlık bir daha aklımdan çıkmadı. Bıyık dedem, kaldığımız minik … >> Devamı

“Who knows where the time goes”

Kolumdaki saat Londra’da zamanı doğru gösterirken, İstanbul’da iki saat geride kalıyor. İçimdeki saat kolumdakinden bağımsız, dünyanın neresinde olursa olsun alışık olduğu vakitte uyuyor, uyanıyor, ona göre acıkıyor. Öyleyse en iyisi, saatlerden ve takvimlerden kurtulmak, kendimize yeni zaman imleri bulmak. Zamanı, doğanın ta kendisinden takip etmek. Tıpkı doğum günlerini kimlik kartlarında yazan uydurma tarihlerle değil de … >> Devamı

Bir evin ufacık salonuna neler sığar?

Saksı bitkisi olmaktan çıkıp ağaca dönmüş bir devetabanı, durmadan üreyen sukulentler, suda kök salıp kendini koyvermiş bir sarmaşık.Dolu içki şişeleri, boşalmış ama atmaya kıyılamamış içki şişeleri. Çeşit çeşit şişenin içinde, her biri farklı yerden toplanıp kurutulmuş çiçekler.Okunmamış kitaplar, okunmaktan yıpranmış ama yanında olmazsa huzursuz olduğun kitaplar.Domates tohumları, turp tohumları, tohumları yeşillendirdiğin yumurta kartonları. Yeşillendirdiğin ama … >> Devamı

Hıdırellezi karşılarken

İnsanın türlü çaresizlik, güvensizlik ve korkular karşısında teselliye ihtiyaç duymasını anlayışla karşılıyorum da aradığını​ “sorgulama, iman et” diyen dinlerde bulanlara hep şaşırıyorum. Eğer doğayla bağımızı bu kadar koparmamış olsak, istediğimiz her cevabı ondan rahatlıkla alabilirdik. Daha doğrusu sırf bu nedenle, bizden tapınma ya da kölelik beklemeyen, olsa olsa özenli olmaya ve çalışmaya teşvik eden bu … >> Devamı

Purple Heart

Nisan ayında Antalya’dan ufacık bir dal olarak çantama atıp, burada saksıya diktiğim mor çiçek kocaman oldu. Köklerinden üçe ayırdım ve birini Highbury Fields’in kenarına, birini kapımın önüne diktim. En küçüğünü de saksıya geri koydum. Bizim evin önünde küçük, genç bir ağaç var. Bu ağacın dibine, birkaç ay öncesine kadar her gün, bir köpek tuvaletini yapıyordu. … >> Devamı

Bu şiire konu olduğunu asla bilemeyecek kadının şiiri

Saat 10 Yine ayni saatte cama çıktı kadın,Elindeki çarşafları hırsla silkeledi.Kadın, işten gelir gelmez donuyla televizyonun karsisina oturup uyuyakalan kocasinin ayak kokusunu silkeledi pencereden,Gizli gizli toprak yiyen kızının kirli tırnak aralarını.‘Ara-bul’ kuaförde oryalle açtırdığı saçlarının ucuz, kanserojen turuncusunu silkeledi pencereden kadın,Üvey babasının pislikten sapsarı olmuş atlet yakasını,Otobüste üstüne çıkan adamın terli koltuk altlarını silkeledi.Hızını alamadı … >> Devamı