Bana ait- ve fakat son derece kamusal-bir yer

İşten çıkıp, nehir kenarına geldim. Nehrin kimsenin pek rağbet etmediği bir köşesini keşfetmiştim aylaklık zamanlarımda, oraya gidip oturdum her zamanki gibi. Böyle sıradan yerler bulmak ve kafamda “buralar bana ait gizli köşeler” diye düşünmek hoşuma gidiyor. Aslında benimkisi biraz da suyun, ördeklerin ve çocuk seslerinin dışında minimum şeye, daha da açıkçası en az insana temas etme çabası. Bu sayede, toplu taşıma kullandığım zamanlar dışında neredeyse hiç kulaklık takmıyorum bu şehirde. Hele de böyle kendime özenle seçtiğim gizli köşelerde, sakince oturup içinde bulunduğum anın ve şehrin seslerini dinlemekten müthiş keyif alıyorum.

Gözlüğümü uzak-yakın bir arada yaptırdığım için ilk kez bu kadar mutluyum. Sayesinde aynı anda hem suyun üstündeki en ufak kıpırtıyı, hem birbiriyle didişen kuğuları hem de az önce su yüzeyine iniş yapan üç ördeğin müthiş tekniğini görebilmenin tadını çıkartıyorum.

Karşı binaya düşen güneş ışığı kaybolup, üstümdeki ceket içimi ısıtmaya yetmez hale gelince, toparlanıp yola koyuluyorum.
Kestirmeden gittim mi, çok değil, yirmi dakikaya evimdeyim.

ışıklar sonbahara dönerken, Londra

Yorum yapın