Dün kızlarla, taslak bir öykü üzerinden konuşurken eski günleri yad ettik, biraz da hayatımızdan gelip geçenleri yerin dibine sokup çıkardık. Görüşmeyi “Aman, iyi ki yapmışım!” diye bitirdim. O konuşmadan sonra bir sürü şey geldi gözümün önüne, hem gülüp, hem ağladığım ama yine de iyi ki yapmışım dediğim hikayeler. Bu anlatacağım da o günlerden kalma ufak bir an burada da olsun istedim.
İkibinli yılların başındayız, yeni boşanmışım, eski bir Uno’muz var, o bende kalmış. Her gün Ege’yi anneme bırakıp almam şart çünkü. İşten çıkarken, kızları da dolduruyorum arabaya. Beraber önce Ege’yi alıyoruz annemden, geç kalmadan oğluma kavuşayım diye. Sonra kızları sırayla evlerine bırakıyorum. Doksanlarda yirmili yaşlarda olanlar ya da hayatının herhangi bir zaman diliminde bir Uno’su olanlar bilir, bu arabalar su kaynatması ile meşhurdur. Benimki de geri kalmıyor, hem su kaynatıyor, hem de en olmadık yerde, mesela tam araba sollayacakken sol şeritte, küt diye duruveriyor. Kızlarla inip, hep birlikte itiyoruz arabayı. Bazen arkadaki arabalardan biri yufka yürekli çıkıp hafifçe dayıyor tamponunu benim arabaya, ittire ittire sağa götürüyor bizi. Oh, en azından artık güvendeyiz.
Bizim kızlar Çarşamba pazarına uğramayı alışkanlık haline getirdiler bir ara. Bana da manasız hediyeler almayı ihmal etmiyorlar sağolsunlar. En şahanesi, gece çişin geldiğinde çıkartmayı becerip de altına kaçırmadan tuvalete yetişebilmenin neredeyse imkansız olduğu, bir penye uyku tulumu. Üstünde kırmızı şapkalı geyikler falan var, sırf onun hatrına arada giyip şebeklik yapıyorum evde. Bir de yeni çıkmış Türkçe pop kasetleri satan korsan tezgahı keşfetmişler, ucuz diye her hafta yeni bir kaset alıp uzatıyorlar bana “Özlem abla şunu çalsak ya, dalgasına” diye. Ege arabada yoksa bazen kabul ediyorum. Camları filan indiriyoruz, o anda hangi iğrenç şarkı modaysa bağıra bağıra söylüyor kızlar. Tevazu gösteremeyeceğim, iyi araba kullanırım. Ama araba kullanışım azcık serttir benim, tecrübeli kamyon şoförlerine benzetirim bazı hallerimi. Teypte bangır bangır Türkçe pop çalarken, ben de elimi cama atıp, şöyle kaykılıyorum…görüntümüz çiçek! Bir yandan gülmekten gebereceğim, bir yandan da içimden “Bir gören olmasa bari, iyi kötü rockçı biliniriz, bir karizmamız da var, rezil oluruz vallahi” diye geçiriyorum. Ancak Ege arabadaysa baştan ve şiddetle reddediyorum öyle düşük düşük, pop çağı eserlerini. “Tarkan’mış, Candan’mış, Nil’miş ben anlamam. Bu arabada, bu çocuk varken, sadece TRT 3 dinlenir kızlar, o kadar!” diyorum. Onlar da ses etmiyorlar, ne desin gariplerim, benle uğraşılır mı.
Birgün yine kültürlü kültürlü yol alacağız, çeviriyoruz düğmeyi, radyoyu açmamızla kulaklarımızı yırtacak gibi bir cızırtı dolduruyor arabayı. O ara ayılıyorum, sabah düzeltirken yarıdan kırılıp, elimde kalmıştı anten, bolca sövüp camın önüne gelişigüzel atıvermiştim kırık parçayı. Neyse bir süre sessizce yol alıyoruz, çok geçmeden Ege tutturuyor; “Anne radyo aç, anne müzik aç.” Yine bilenler bilir, hele de çocukken, Ege bir şey tutturdu mu dünyasından bezdirir insanı, burnundan getirir. En sonunda dayanamıyor Havva “Dur yavaş git sen” diyor “Nasılsa şunun şurasında on beş dakika yolumuz var, ben halledeceğim şimdi.” Camdan çıkartıyor koca gövdesini, uzana uzana, sonunda elindeki kırık anten parçasını temas ettirmeyi başarıyor, arabanın tepesindeki diğer kırık ucuyla. Birden Nina Simone’un sesi duyuluyor radyoda
“I put a spell on you, Because you’re mine…”
Radyo geri dönüyor, Ege susuyor, Havva hareket halindeki arabada yarı beline kadar dışarı uzanmış anten tutuyor. Ben “Ne olur, bir de sen arıza çıkartıp yolda kalma, hadi yavrum, hadi koçum” diye arabama gaz veriyorum.
Yaşamımın 9o yılından başlayıp 2000’lerin ilk on yılına kadar geçen bölümünde, buna benzer bir sürü saçma an var; iyi günler, şahane günler, zor günler, çok daha zor günler. Ama aynı dönem yaşamımın en uç, en beklenmedik, en göz alıcı olayları ile de dolu. Belki bir gün büyükanne olunca o anıları da torunlarıma anlatırım, ne kadar cool bi’ babaanne olduğumu düşünüp bana hayran olsunlar diye.
Sadece bu nedenle bile; evet, iyi ki yapmışım!
* Sırf bu yazıdan sebep, geceden beri, yolu korsan kasetçi tezgahından geçip bizim arabanın teybinde sonlanan ve kendisinden hiç haz etmediğim Nil’in şu şarkısı çalıyor kafamda.
…Şeytanla bir olmuş gibi
Küt diye gidecek gibi
Her yöne sapacak
Ne yap desen yapacak gibi
…İyi ki yapmışım
İyi ki yapmışım
İyi ki yapmışım
İyi ki yapmışım...
Yekpâre, geniş bir ânın parçalanmaz akışında, Londra
