Haftalık-1

İki haftadır hem çılgın bir meşguliyet hem de o meşguliyetin beraberinde getirdiği anksiyete krizleri ile geçtiği için buraya ancak yazabiliyorum. Son haftaların uzunca bir özeti burada, buyurun o zaman.

İzlediklerim:

Nyad – 64 yaşında Küba’dan Florida’ya açık okyanusta 53 saat yüzen ilk kişi olan maraton yüzücüsü Diana Nyad’ın hikayesini anlatan filmi, zevkine çok güvendiğim arkadaşlarımın tavsiyesi üzerine izledim. Ancak onların aksine beni fazla etkilemedi. Çok fazla Amerikan gazı (!) içermesi nedeniyle benim damak tadıma uymadı ve “başarı hikayesi” değil, zaten çok iyi bir sporcunun, ileri yaşında inat edip “yeniden başarmasının hikayesi” olduğu için cesaretimi de ateşlemedi açıkcası :)

Two Lovers– Sadece Joaquin Phoenix ve Gwyneth Paltrow oynuyor diye izledim. Bir daha izler miyim asla.

You Hurt My Feelings– Canımız ciğerimiz Seinfeld-Elaine’imiz kadın yazarı oynasa da mehh…den öteye geçemedi film.

The Killer– David Fincher’dan ötürü seni sevmeyi çok istedim The Killer ama olmadı. (Bu vesileyle David Fincher’ın eski karısı ile Gary Oldman’ın eski karısının aynı kişi olduğunu öğrendim. Ne yapacaksam bu bilgiyi!)

All the Beauty and the Bloodshed- Artist- Aktivist Nan Goldin hakkında fazla bilgim yoktu, hem mücadeleyle dolu hayatını hem de pislik Sackler ailesine karşı nasıl da savaş verdiğini bu belgesel filmden öğrendim. İyi ki izlemişim.

Dünya Durdukça– Mimar Sinan’ın hayatını ve eserlerini anlatan 6 bölümlük bir Süha Arın belgeseli. Suha Arın’ın belgeselleri yeğeni tarafından yenilenip youtube’da yayınlanıyor bir süredir, herkese tavsiye ederim. Son dönemlerde filmleri de belgeselleri de (ve hatta kitapları) yitirdiğimiz binaların ve kamusal mekanın arşivi olarak görüyorum. Bu belgeselde gerek İstanbul’da, gerekse bahsi geçen diğer şehirlerde kaybolup giden mekanları izlerken de sık sık hüzünle karışık bir kızgınlık duydum. Ağırnas’da bağlarda kullanılmak üzere güvercin gübresinin kullanıldığını ve bunun için özel bir yapı biçmi olduğunu öğrenmek ilgi çekici pek çok detaydan sadece biriydi. Acaba bunca yıldan sonra, o güvercin boku toplayıcı evcikler hala yerinde midir? İyi ki izlemişim.

Take This Waltz – Bu isimde bir flmi izlememem imkansız (Canım Leonard Cohen). Film tam da sevdiğim gibi sıradan hayatın içinden bir ayna tutuyor ve sıradışı olduğu yanılgısına düştüğümüz her ilişkinin- aşkın, eninde sonunda sıradanlaşmasının kaçınılmaz olduğunu söyleyerek azıcık kalbimizi acıtıyor. Başrollerdeki karı-koca arasındaki çocukça diyaloglar ve şakalar bana aşırı zorlama gelse de filmi genel olarak sıcak, samimi ve tanıdık buldum. İyi ki izlemişim.

Anatomy of a Fall- Justine Triet’in filmini izlemeyi merakla bekliyordum, Barbican’da vizyona girer girmez izledim. Bir kadın yazarın sadece yazdıklarına dayanarak bir suçlama bombardımanına maruz bırakılmasını ve onun masumiyetini kanıtlama çabasını izlediğimiz film, insanı gerçeklikle kurgu, kaza ile intihar arasında dolandırıp duruyor. Özellikle mahkeme sahneleri, bir kadının hele de biseksüel ve sanatçı olması nedeniyle nasıl da kolayca “olağan şüpheli” durumunda kalabileceğini sinir bozucu bir şekilde göstermesi sebebiyle oldukça başarılı. Filmin genelindeki kurguya ve akışa bayıldım. Her ne kadar başrol olarak anılmasalar da çocuk oyuncu Milo Machado ve evin köpeği Snoop’un, diğer oyunculardan defalarca daha iyi olan performanslarıyla gönlümün başrolünü kaptığını belirtmeden geçemeyeceğim. Son dönemlerde izlediğin en iyi film. İyi ki izlemişim ve mutlaka bir kez daha izleyeceğim. *Dipnot: Meğer köpek Snoop ya da gerçek adıyla Messi, Cannes’da ‘Palm Dog’ ödülüne layık görülmüş.

Okuduklarım:

Bu hafta yoğunluk sebebiyle çok fazla okuma yapamadım. Bitirdiğim veya bitirmek üzere olduğum kitaplar; Evlerden Uzak- Marlynne Robinson, araya sürekli başka kitap girdiğinden bir türlü bitiremediğim Sevgili Oya’nın Düş Uykusu, Ayfer Tunç’un bir kez daha, bu sefer e-kitap olarak okuduğum Dünya Ağrısı ve halen dinlemekte olduğum Svetlana Alexievich‘in Kadın Yok Savaşın Yüzünde‘si. Onat Kutlar’ın Horoz, Yaşar Kemal’in yeniden okuduğum Çikolata ve Sait Faik’in defalarca okuduğum Lüzumsuz Adam öyküleri.

Son olarak, Eylül Görmüş’ün programı Pandora’nın Merakı’nda – Ayfer Tunç bölümü de bu yazının bonusu olsun.

O zaman bu uzun yazıya Manchester’lı biricik ressamımız Lowry‘nin ‘Going to Work’ tablosu ile veda edeyim.

Haftaya görüşmek üzere.

Günler iyice kısalırken, Londra

 Lowry- ‘Going to Work’
Lowry- Going to Work

“Haftalık-1” üzerine 2 yorum

  1. Günlerdir siteye girip elim boş çıkıyorum. Yeni yazıyı senden çok ben bekliyordum sanırım. Aynı anda 5 kitap okuyanlar el kaldırsın :) Sanırım son altı ayımı toplasan bu kadar çok film izlememişimdir. Bu da benzeşmediğimiz bir nokta olsun. Tabloyu da çok sevdim.

  2. Berkecim🎈Her gun senden yeni bir yazi okudugum icin cok sansliyim. Ayrica motivasyon kaynagimsin. Yeni yazilarda bulusalim o zaman.

Yorum yapın