Fasulyeler

Antalya’nın semt pazarları meşhurdur ve bu pazarlarda her şey oldukça taze ve ucuzdur. Neredeyse her gün farklı bir semtte kurulan semt pazarlarının en zor yanı, dolaşırken, pazar arabalarından ve teyzelerin arabalardan kalan yeri iyice dolduran koca popolarından kurtulabilmektir. Bu pazar arabaları, ergonominin ruhuna fatiha okutan fonksiyonsuzluğu ve sevimsizlik abidesi, kaba saba tasarımı sayesinde, bu güne kadar gördüğüm en manasız şey olabilir. Arabalar ve teyzeler sebebiyle pazara gidiş- geliş, tezgahlar arasında oyalanma süresi gibi stratejik kararları evde alıp plan yapmanız faydalı olacaktır.

Ortalama bir Türk emeklisi çiftin her hafta en az bir kez deneyimleyeceği pazar alışverişlerinde konuşulacak başlıklar; hangi domatesin hormonsuz olduğu, dondurucuya konmak için yüklü kiloda alınacak barbunya fasulyenin ucuzlayıp ucuzlamadığı, geçen hafta köy yumurtası diye getirdiği lakin içi yeterince sarı olmayan yumurtalar nedeniyle yumurtacıya atılacak fırça olarak sıralanabilir. Etkinlik programı ise aşağı yukarı : Açılış ( ki pazar arabasını açış da denebilir), pazar alanına giriş, pazarlık ve fırça, pazar yerinden ayrılış…şeklindedir.

Bundan 10-12 yıl kadar önce, bizim mahallenin pazarının kurulduğu bir gün, uzun bir iş seyahati ve dört saatlik araba yolculuğunun sonunda, Ege ile eve dönüyordum. Asansöre bizimle birlikte pazardan dönen bir çift de bindi ve sohbetlerine kaldıkları yerden devam ettiler. Konu tabi ki fasulyelerdi. Onlar indikten sonra arkalarından sırıttım ve Ege’ye dönüp ‘Asla 40 yıl boyunca aynı adamla, hep aynı fasulyelerden bahseden bir kadın olmayacağım’ dedim. Küçücük çocuk, annemin saçma cümleleri başlığı altında kategorize ettiği ve artık olağan bulduğu sayıklamalardan bir yenisi karşısında, olgun bir kabulleniş ile gülümsedi. Bir elimde Ege’nin eli ve oyuncak robotu, diğer elimde onun kıyafetleri ve çantası ve ödevleri için istenen renkli kartonlar ve bavulum ve bir somun ekmek ve telefonum ve cüzdanım olduğu halde, asansörü burnumla iteleyerek açtım. Her zamanki gibi çantada uzunca aradıktan sonra bulabildiğim ev anahtarını çevirirken tekrar; ‘ Hayat bazı insanlar için fasulyelerin kılçıklarını düşünecek kadar basit ‘ dedim. ‘ Ay ne zayıflık, ne dertsizlik! ‘

Geçen yaz, bir pazartesi akşamüstü Göztepe pazarını geziyordum. Tek tük rastladığım pazar arabaları, şimdi biraz olsun değişmiş, çağa uyum sağlamış. Birden aklıma o geçmiş akşamüstleri geldi. Yaklaşık 20 yıldır elimin, kolumun, omzumun ve kafamın içinin; çantalar, kartonlar, kıyafetler, oyuncaklar, işte yazılan raporlar ve onun evde çekilen stresi, kira kontratları, fatura çıktıları, doktor kapıları, sınav sonuçları, maaş bordroları, yürek çırpıntıları, hayal kırıkları… ile dolu – yüklü olduğunu fark ettim ve bugüne kadar o kılçıklı fasulyeler dışında her şeyi dert ettiğimi…O an şiddetle; akşam yemeğinde, şarap eşliğinde, makarna sosu için aldığımız domatesin pazardaki en iyi domates olduğu üstüne uzun uzun tartışmayı arzuladığımı hissettim.

Ege’ye ‘Artık fasulyelerden daha çok bahsetmeyi istiyorum’ demek için döndüm, birden yalnız olduğumu hatırladım. Bir de hem onun hem benim artık yeterince büyüdüğümüzü…

  bir kış akşamüstü, İstanbul 

Yorum yapın