Bugün Aklımdan Geçenler

İnsanları neden boyu, saç rengi, kilosu ile tasvir ediyoruz, bir başkasına tanıtırken neden sadece onun mesleğinden, mevkinden bahsediyoruz?

Mesela “Koca çınarların gölgesinde ama kendi başına yetişmiş bir kestane ağacı gibidir” ya da “En ufak rüzgârda çiçeklerini döküveren kırılgan erik ağacıdır” desek.

“Sessiz ve incecik bir çisenti bırakan gri dev bir yağmur bulutudur, konuştukça yağış da sağanağa döner” desek.

Ya da; “İlk söylenen Merhaba gibidir, sonrasında ne ile karşılaşacağını bilmesen de meraklı bir umut barındırır”

Neden yeni doğmuş bebeğin, annesine mi babasına mı benzediği meşgul eder günlerimizi, o her şeyden çok bir lavanta tarlasına, ilk sabahta ormana düşmüş bir çiğ tanesine, Bach Air’in ilk notasına benzerken.

Bir insan diğerine “Zeytin gözlüm” der de, “Zeytin Ağacım” diye neden sevemez? O zeytin ki, meyvesi, yağı, yaprağı yetmedi gövdesi, her yanından bereket fışkıran yüz yıllık mucize.

***
Eğer dünyaya birkaç kez daha gelme şansım olsaydı, önce bulut sonra da günebakan olmak isterdim.

Bundandır ki beni hiç anlatamazsan, “Günebakan”dı diye anlat tanımayanlara. Ya da en azından “ılık bir yaz ikindisi meltemi”

bir türlü gelmeyen bahar, İstanbul 

Farm garden with sunflowers by Gustav Klimt

Yorum yapın